24 Ekim 2016 Pazartesi

Kıvılcımın Parıltısı

Nereden gelmişti buraya bu sisler? Gerçekliğin puslu havası yetmiyormuş gibi, şimdi de ufacık vücudu ile bir de bununla uğraşmak zorundaydı. Çıkamamıştı kendi kazdığı çukurdan. Gerçi ne değişecekti ki? Bu karanlık dehlizde, varlığından bile emin olmadığı komşularla yaşıyordu. Geceleri soğudukça, kafasını yukarı kaldırıp yıldızları izliyordu. Bitecek miydi bu? Elinden alacaklar mıydı?

Hayatın acımasız kenarlarında, yalanın en korkuncundan kaçmaya çalıştı. Neydi o yalan? Ne olabilirdi ki, kendisine fısıldamadıklarından başka. En büyük şeytanı, aynaya bakarken görürmüş ya insan, o da hemen buna inandı. Sessizlik tek kaçış noktası oldu. Göz yaşları tüm acılarını ruhundan silebilir miydi? Gerçekten böyle bir lütfu, böyle zavallı bir insana verebilirler miydi?

Son kez dizlerine güç verip, ayağa kalktı. Etrafındaki karanlığı ciğerlerine çekti. Sessizliğe tecavüz eder gibi bir gürültü ile yürümeye başladı. Ruhunun pes edişi, gözlerinin kör oluşu umrunda değildi. O yürümeye devam etti.

Bir parıltı göz bebeklerinden girip, kalbini heyecanla sarsana kadar, karanlık perdesini okşayarak yol almıştı. Parıltı uzakta asılı kalmış şekilde onu bekliyordu. Bunun kendisi için olduğunu biliyordu. Hızlandı ve hızlandı. Koşmaya başladı.

Ayak sesleri o kadar yüksek çıkıyordu ki, onu ilk terk eden sessizlik oldu.

Parıltı tüm vücudunu o kadar çok aydınlattı ki, sessizliğin peşinden karanlık izledi.

Sessizlik ve karanlık onu terk ederken, son kez ardına baktı. Gerçeği biliyordu. Kendisi bir terk edendi. Hayatına çıkan ilk kıvılcımda, varlığı boyunca inandığı şeyleri terk etmişti.

Kalbindeki hüzünü silmeye fırsatı olmamıştı.

Kıvılcım onu yutarken, geride hiçbir hayal bırakmamıştı.

27 Kasım 2009 Cuma

Küçücük Bir Umut

Hiçbir şeyin içinde duruyordu.. Işık hızında ilerledi ve parladı. Bir umuttu o, en temizinden. Onu sahiplenen birisinin hayallerinde duruyordu. Kendisinde ne bulduğunu bilmiyordu; ama birilerinin onu sahiplenmesi çok güzel bir şeydi.

Hızını alamadı. Büyüdü. O kadar büyüdü ki, artık bütün düşüncelere tepeden bakabiliyordu. Çok önemli görüyordu kendisini. Sahip, onu çok iyi beslemişti. Onu hep hayal ediyor olmalıydı ki, sürekli ilgi görüyordu. Bu hoşuna gitmişti.

Minicikti.. Ama bir o kadar büyüktü. Öyleydi ki, sahibine hiç durmadan güç veriyordu. Onun yapması gereken şeyleri, yapmasını sağlıyordu. Umuttu sadece o.. Ama bir o kadar da gerçek. Gerçek olamayacak kadar yalan.. Saf bir parıltıydı sanki.. Kendisini de hiç görmemişti ki.. Nereden bilirdi, nasıl bir şey olduğunu.. Nereden bilirdi, sahibine bu gücü veren kendisinin, nasıl bir şeye benzediğini..

Hayallerin verdiği rahatlıkla büyürken, bir kırılma sesi duydu. O kadar acı verici bir sesti ki, öleceğini sandı bir an. Neden sandı ki ? Ona bir şey olmamıştı. Evet, ona bir şey olmamıştı; fakat etrafındaki o güzel duvarlar bir bir yıkılmaya başladı. Nereye kaçacağını bilemedi. Sürekli güç verdiği sahibi onu aramaya çalışıyordu. Evet, biliyordu. Onu istiyordu; ama o üzerine yıkılan duvarlardan kalkamıyordu. 

Evet, ölüyordu. Bitiyordu işte. Sona gelmişti. Bir umuttu o. Kim bilir, ne olmuştu da bir kırılmayla başlayan bu adaleti olmayan döngü, onu da vurmuştu. Nereden bilecekti ki, gerçeği.. Ama gerçek o değil miydi ? O zaman nasıl olurdu da, yalanlar gerçeğe bu kadar zarar verebilirdi ?

Bunları sormayı bıraktı. Artık düşünmeyi bıraktı. Ölüyordu. Evet..

Bunu hissedebiliyordu.

Hissediyordu.. Buna inanamadı. Kendisi gerçekti, evet öyleydi. Gerçek olduğuna inanmıştı. Ama sahip inanmayı reddettikten sonra, her şey yalan oldu. Gerçekliğinin içinde kaybolurken, hiçbir şey yapamadı.